22 Mart 2010 Pazartesi

Şehid Abdulhalim Sadullayev

Şeyh Abdulhalim Sadullayev Abdul Halim Ebu Salamoviç, Çeçen 1967 doğumlu. Çeçen başkenti Cevherkale'nin 12 kilometre uzağında bulunan Argun şehrinde doğdu. Çeçen Ustradoy aşiretine bağlıdır (Biltoy aşiretinin öz koludur).

Ustradoylar, Argun kentini kuranlar olarak biliniyor. (Çeçence’de Argun- Ustrad-gala’dır – Ustradların kalesi).Ünlü Çeçen alimlerinden eğitim aldı. Çeçenistan'da İslami dirilişin aktif katılımcılarının öncülülerinden oldu. İslam'ı gençlere öğreten bir öğretmen. Çeçenistan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesinde okudu, ancak savaşın başlaması sebebiyle bitiremedi. Çeçence, Arapça ve Rusça bilmektedir.Birinci Rus-Çeçen savaşına katıldı.

Birinci ve İkinci Rus-Çeçen savaşlarında aktif olarak Çeçen televizyonunda İslami vaazlar verdi. Argun cemaati başkanlığı yaptı. Çeçenistan'ın farklı bölgelerinde İslami konferanslar verdi. Bir dönem Argun camii imamlığı yaptı.1999 yılında Cumhurbaşkanı Mashadov'un kararı ile Şeriat Anayasası Devlet Komisyonuna alındı.Kudüs Yolu olarak, yeri doldurulamayan bu yiğit önderin şehadetini sizlere hatırlatmayı kendimize bir borç bilerek, Abdulhalim Sadullayev'e Allah'tan rahmet, Kafkas-Çeçen direnişine istikamet ve zaferler temenni ediyoruz.

“Müminlerden öyle erler vardır ki onlar Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler; onlardan kimileri adaklarını yerine getirdi, kimileri ise beklemektedir. Onlar hiçbir şey karşılığında sözlerinden dönmediler.” (Ahzab 23)


RABBİM ŞEHADETİNİ KABUL ETSİN İNŞALLAH......

14 Mart 2010 Pazar

Şehid Emir Hattab

“Allah yolunda Cihad etmekten bizleri alıkoyan ilk sebeb ailelerimizdir. Burayagelenlerin hiçbiri ailesinin iznini alarak gelmedi. Eğer bizde ailelerimizi dinleyip geri dönmüş olsaydık, bu davayı kim omuzlayacaktı? Ne zaman anneme telefon açsam, 12 yıldır kendisini görmemiş olmama rağmen beni eve çağırıyor. Eğer herkes giderse, kim devam edecek?..

Arap Körfezinde varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Çok cesur , kuvvetli ve gözüpek bir genç olarak yetişen Hattab Ingilizce eğitimi aldıktan sonra 1987 yılında bir Amerikan Lisesinde okuma hakkı kazandı. Aynı yıl istilacı Rus ordusuna karşı Afganistan Cihadını en yoğun dönemlerindeydi. Dünyanın dört bir tarafından müslüman gençler Şeyh Abdullah Azzam (1989 da suikast sonucu şehid oldu), Şeyh Tamim Adnani (vefat 1988) ve Usama bin Ladin gibi İslami kimliği ile öne çıkmış kişilerin Cihad çağrılarına icabet ederek Afganistana akın etmekteydiler.

Dünyanın Süper Güç olarak kabul ettiği Rusyaya karşı yapılan mücadele ve gösterilen olağanüstü kahramanlıklar müslümanlar arasında yayılıyordu. A.B.D. de eğitimine devam edeceği zaman geldiğinde Hattab birçok arkadaşının ve akrabalarının yaptığı gibi Afganistana kısa bir ziyarette bulunmaya karar verdi. 1987 de ailesi ile vedalaşıp evinden ayrılan Hattab o günden sonra bir daha evine, ailesinin yanına dönmedi.

Bir mücahid, Hattabın ilk kez Celalabad daki eğitim kampına geldiğinde gördüğü zamanki izlenimlerini şöyle anlatıyor.
“Celalabad daki eğitim kampı hemen hergün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslara karşı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar eşyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çıkarken yeni bir grup geldi. Hattabı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaşlarında henüz sakalları yeni yeni çıkan uzun saçlı bir genç…Henüz gelmişti, ilk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adını sordum. “– Ibn-ul-Hattab” la böylece tanışmış
oldum. ”

Hattab eğitimini tamamladıktan sonra cepheye gitti. Eğitimini veren komutanlardan biri, 1987 yılında Jaji deki ünlü Aslan Yuvası Operasyonunda komuta etmiş olan Hassan as-Sarehi idi. [Hassan As-Sarehi'ye bir suç ithamında bulunulduğundan dolayı 1996 dan bu yana Cidde/Suudi Arabistanda bulunan bir hapishanede bulunmaktadır.]

Sonraki 6 yılda, artık Hattab 20. yüzyılın gördüğü en cesur ve çetin Mücahid
Kumandanları arasına girmiştir. Karşı saldırı ve ateşlerden kaçmaması ve
yaralandığında acısını gizlemesi ile tanınır. Hem normal hem de özel Sovyet güçlerine karşı birçok operasyon, pusu ve baskınlarda bulunmuş ve 1988–1993 yılları arasında içlerinde Celalabad, Host ve Kabil ün ele geçirilmesininde (fethininde) bulunduğu Afganistandaki bütün önemli operasyonlara katılmıştır. Allah’ın inayeti ile birçok kez ölüm tehlikesi atlatmıştır.

Bir mücahid, Hattab’ın Afganistan’da karnından 12.7 mm’lik ağır bir makinalı
mermisi ile yaralanmasını şöyle anlatıyor. (12.7 mm ‘lik bu silah zırh delici olarak kullanılmaktadır ve insan vücuduna isabet etse onu kıyma haline getirir, bunu her askeri uzman tasdik edecektir.)

“Operasyon sırasında biz cephe gerişinde ufak bir evde idik. Akşam olmuştu ve savaş çok çetin bir şekilde devam ediyordu. Hattab birden odadan içeri girdi, yüzü solgundu, birsey olmamis gibi davranmaya calişıyordu. Yavaşça yürüyerek bize doğru geldi ve yanımıza oturdu. Herhangi bir acı ifadesi göstermiyordu ama birşeylerin yanlış gittiğini anlamıştık, genellikle suskun birisi olmayan Hattab, oldukça sessizdi. Yaralanıp yaralanmadığını sorduk. Ufak bir sıyrık, önemli birşey yok, dedi. Bir kardeş yanına gidip yarasına bakmak istediğinde önemli birşeyin olmadığını tekrar ederek onu geri çevirmeye çalıştı ama kardeş Hattabı zorlayarak yaraya baktı, elini karnına koydu. Hattabın yarası şiddetli bir şekilde kanıyordu, elbisesi tamamen kana bulanmıştı. Hemen bir araç çağırarak onu bir an önce en yakın hastaneye ulaştırmak için harekete geçtiğimizde halen bunun hafif bir yara olduğunu önemli bir durumun olmadığını söylüyordu.”

Afganistanda el yapımı bir el bombasını atarken elinde patlaması sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetti. Mücahidler Peşavara gidip orada tedavi olması için ikna etmeye çalıştılar isede o, Hz.Muhammed (S.A.V.) efendimizin sünneti üzere yarasını biraz bal ile sarmış ve arkadaşlarının teklifini reddedmiş, bunun için Peşavar’a kadar gitmeye gerek yok demiştir. Parmaklarını halen benzer bir şekilde bandajlıdır.

Komunistler bozguna uğrayıp, Sovyet ordusu Afganistanı terk etmek zorunda kaldığı zaman, Hattab ve bir grup arkadaşı bu sefer Tacikistan’da aynı düşmana karşı bir savaşın haberini aldılar. Bunun üzerine eşyalarını toplayarak bu grupla beraber 1993 yılında Tacikistanın yolunu tuttu. Tacikistanda 2 yıl boyunca karlı, dağlık arazide cephane ve mühimmat eksikliği içinde mücadele ettiler.


Tacikistanda geçen 2 yıl sonunda, Hattab 1995 yılları başında küçük grubu ile
Afganistana döndü. O zamanlar, islami tavır ve kararlılıkları ile herkesi şaşırtan
Çeçenlerin Ruslara karşı savaşı yeni yeni başlıyordu.
Hattab bir akşam uydu televizyonunda gördüğü Çeçenistan haberi görüntüleri üzerine hissettiklerini şöyle açıklıyor:

“Üzerinde ‘La ilahe illAllah’ yazılı saç bantları takan ve tekbir getiren Çeçenleri
gördüğüm zaman Çeçenistanda bir cihad olduğuna ve oraya gitmem gerektiğine karar verdim. ”

Hattab, 1995 yılının baharında Afganistandan 8 mücahid arkadaşı ile birlikte
Çeçenistana geçti. Afganistan ve Tacikistanda yaşananlar, Çeçenistan'da 4 yılda yaşanan kahramanlıklar yanında çocuk oyuncağı gibi kaldı. Resmi Rus kaynaklarına göre 3 yıllık Çeçen Rus savaşında öldürülen Rus askeri sayısı Afganistandaki 10 yıllık kayıplarından fazla idi.

Hattab ve arkadaşları Afganistandan geldiklerinde bölgelerindeki Çeçenlere savaş ve islami eğitim vermekle işe başladılar. Çeçenistanda (Khartoshoi 1995, Şatoy 1996, Yashmardy 1996) ve Rusya içinde (Dağıstan 1997 ve şimdi) çok önemli operasyonlara katıldılar.

En şanlı operasyonlarından birisi, 16 Nisan 1996 tarihinde komutasındaki 50 kişilik mücahid grubuyla 50 araçtan oluşan Rus konvoyunu imha ettikleri Şatoi Pususudur. Resmi Rus kaynakları bu pusuda 26 sı rütbeli olmak üzere 223 Rus askerinin öldüğünü ve bütün araçların bertaraf edildiğini bildirmişti. Bu operasyon Moskovada 2 veya 3 Rus generalinin görevlerinden alınmasına sebeb olmuş ve Boris Yeltsin operasyonla ilgili haberleri Rus Parlementosunda bizzat duyurmuştu. 5 mücahidin şehitlik mertebesine ulaştığı bu operasyon filme alınmış ve fotoğraflarla tarihe kaydedilmiştir.

Bundan birkaç ay sonra Hattab grubu ile Rus Askeri Kışlasına yaptığı başka bir
baskında rus helikoterlerini AT-3 uzaktan yönlendirilen tanksavarlarıyla
düşürdüler. Bu operasyon da filme alınmıştır. Ayrıca grubundan bazı mücahidler 1996 Ağustosunda Şamil Basayev’in komuta ettiği ünlü Grozni saldırılarında görev almıştır.

22 Aralık 1997 yılında tekrar sahneye çıkmış, komuta ettiği 100 Çeçen ve Yabancı Mücahidden oluşan grubu ile Rusya içine 100 km sızarak 136. Mekanize Tugayı Merkezine saldırıda bulunmuştur. Bu baskında 300 Rus aracı bertaraf edilmiş ve birçok Rus askeri öldürülmüştür. Birisi Hattabın kumandanlarından olan Abu Bakr Aqeedah olmak üzere iki mücahid bu baskında şehit olmuştur.

1996 yılının sonbaharında Rusyanın Çeçenistandan çekilmesinden sonra Hattab Çeçenistan’da Milli Kahraman ilan edildi. Şamil Basayev ve Salman Raduyev gibi Çeçenistanın en büyük kumandanlarınında katıldığı bir törenle kendisine Üstün Cesaret Madalyası takdim edilip ayrıca Çeçen Hükümeti tarafından General rütbesi ile onurlandırıldı. Cevher Dudayev şehadetinden önce hal ve davranışlarıyla Hattabı her zaman takdir ettiğini göstermiştir.

Hattab cihadın Medya alanınada taşınması gerektiğine inanmaktadır. “Allah bizlere inanmayanların silahları ile savaşmamızı emrediyor. Onlar medya ve propaganda yolunu kullanıyorlar, öyleyse bizde kendi medyamızla onlara karşı savaşmalıyız” demiştir. Bu yüzden bütün operasyonlarının filmlerinin kaydedilmesine özen gösterir. Afganistan, Tacikistan ve Çeçenistandaki savaş görüntülerini içeren 100’lerce video kasetinin olduğu bilinmektedir. Düşman medyasının yalan, yanlış iddialarına yanıt olarak sadece sözlerin yetmeyeceğini ve video görüntülerinin de cevapta yer alması gerektiğini savunmaktadır. 1999 Ağustosunda Dağıstandaki Rus güçlerinin imhasına ait, ölü 100 lerce Rus askerinin (Rusya o zaman kayıplarını 40 asker olarak bildirmişti)

Hattab birçok müslüman tarafından zamanımızın Halid Bin Velidi olarak görülmektedir. Ölümün Allahın önceden takdir ettiği bir zamanda, 'ne bir dakika önce nede bir dakika sonra’ geleceğine inanmaktadır. Birçok kez ölüm tehlikesi atlatmış ve suikast girişimlerinden kurtulmuştur. En yakını, 4 tonluk bir rus kamyonunu kullanırken Ruslar tarafından kamyon bombalanmış, parça parça olan kamyondan Hattab, Allah’ın izniyle burnu bile kanamada kurtulmuştur.

Zeki, cesur ve güçlü bir kişiliğe sahiptir. Askerleri tarafından çok sevilen Hattab,
kendisi ile oyun oynanmayacak birisi olarak tanınır. Askerleri ile yakından ilgilenir, onların kişisel problemlerini çözmelerinde yardımcı olur, onlara kendileri için alışveriş yapmaları için para verir. Herbiri ilerde kendisinin yerini alabilecek kadar iyi yetişmiş bir kumandan kadrosu vardır.

Dünya Müslümanlarına şunu tavsiye etmektedir:
“Allah yolunda Cihad etmekten bizleri alıkoyan ilk sebeb ailelerimizdir. Buraya
gelenlerin hiçbiri ailesinin iznini alarak gelmedi. Eğer bizde ailelerimizi dinleyip geri dönmüş olsaydık, bu davayı kim omuzlayacaktı? Ne zaman anneme telefon açsam, 12 yıldır kendisini görmemiş olmama rağmen beni eve çağırıyor. Eğer herkes giderse, kim devam edecek?”

Hattab, Ruslar Kafkasyadan Orta Asya’ya kadar bütün müslüman topraklarını tamamen terk edip gidinceye kadar onlarla savaşmaya azmetmiştir. “Rusları ve taktiklerini biliyoruz. Zayıf yönlerini de bildiğimiz Rus Ordusuna karşı savaşmak bizim için başka bir orduyla savaşmaktan daha kolay.” demiştir.

Mücahid emirül Hattab 19 mart 2002 gecesi işbirlikçi bir münafık tarafından kendisine verilen zehirli bir mektupla şehid edilmiştir.Şehadeti mücahidleri zayıflatmamış tam aksine daha da motive etmiştir ve bugün Rusya hala 'bir avuç' dediği çeçenler ve onlara destek olan müslümanlarla uğraşamamaktadır!..

Medya, yalan yanlış yayınları ile Hattabı dünya çapında terörist eylemlerden sorumlu bir kişi olarak lanse etmeye çalışmaktadır. Bu biyografiyi tarafsız olarak okuyacak bir kişinin de takdir edeceği gibi Hattab düşmanları ile yüz yüze çarpışma taraftarıdır. Eğer insanlarının hayatlarına kasteden, çocuklarını öksüz, kadınlarını dul bırakan ordulara karşı savaşmak terörizm olarak nitelendirilecekse Hattab gerçekten bir teröristtir.

1979 yılında Sovyetler Birliği Afganistanı işgal etmişti. Bundan 20 yıl sonra ise artık Sovyetler Birliği diye birşey kalmamış ve bu işgal Mücahid Ordularının doğmasına sebeb olarak belkide kendisi açısından yüzyılın en büyük hatasını yapmıştır.

“İslam ümmeti için gönül birliği yapmış küçük bir grup. Bu küçük grup içinde dünyalarını amaçları uğruna feda etmeye hazır başka bir küçük grup ve bunlardan da canlarını ve kanlarını bu amaç üzere zafer için feda eden başka bir küçük grup. Küçük bir grup içinde, küçük bir grup ve onun içinde başka bir küçük grup.” [Shaheed Dr Sheikh Abdullah Azzam, 1989 da suikast sonucu şehid olmuştur.]
***

HATTAB'IN OĞLU SALİH'E MEKTUBU
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Salih, kutsal bir mücadele olan Çeçenistan'dan, benim sana olan tavsiyem bu dur. İslam tarihi sayfalarında sadece Allah yolunda verdikleri sözleri tutanları şerefle kayıd edilmiştir. Onlar ise sözlerinde durarak söyledikleri gibi, savaşın olduğu yere gidenlerdir.

İnan bana oğlum, para inananları inaçlarından alıkoydu. İnananlar batılaştılar ve onların maaşlara tapıyorlar. Ancak, Allahın verdiği daha hayırlı dır.

Ve bu yanlış davranıştan dolayı insanlar sanki hayvanlaşmışlar. Yani, onlar sabah kahvaltıya kalkarlar, sonra işe giderler, sonra oğle yemeğe giderier, sonra eve giderler ve sonunda yatarlar. Ve onların hayatlarında başka bir amaç ve hedefi yoktur.

İnan bana Salih, onların amaci kendilerini zenginleştirmek ve о yolda ilerlerken problemlerden kendilerini sigorta etmek. Ancak, problemler hiçbir zaman bitmez. Evde, karısıyla, çocuklarıyla, ev problemi ve benzeri problemleri birini çözerler, arkadan diğeri başlar. Ve böylece onlari çözerlerken hayatları sona erer, problemleri kalır.

Bu gün İslam ümmeti içerisinde her türlü insanlar mevcut tur: Alimler, talebeler, işadamları, mühendisler hatta hırsızlar ve haydutlar. Ancak, Tavhid ehli ve Cihad ehli askeri az dır.

İnan Salih, bu gün Cihad zamanı dır. Küfr ümmeti çok dikkatli çalişmakta dir. İslam ümmeti ise keskin bir kılıca muhtaç tır.

Allah, bu zamanda da İslam ümmetine merhamet ederdi, Peygamber efendimizin (s.a.v.) ve ashabın ve onların yolunda devam edenlerin zamanından bahis etmiyorum.

Biz gördük, dünyanın en fakir olan millet Sovyet birliği nasıl yok ettiğini ve en az olan millet ise Rusya'nın kalbini kırdığnı. Ben bunlarla yaşamasaydım, belki ben de inanmazdım.

İnan Salih'im, ölümünü kendin seçebilirsin şahadetini isteyerek cihat yolunda. Ama Allah daha iyi bilir. Allaha tevekkül et ve ölümüne dimdik karşı koy hayat da о zaman sana gelir. Allaha olan ümidini yetirme ve ona tüm kalbiyle inan. Biz insanlar Allaha inanırız ve yine de zafer gelir mi acaba diye şüpheleniriz? İnsanlar her zaman şüpheli davranırlar. Körfez savaşından beri, kafir uçakları tankları çoğu insanların kalplerinde korku bırakmıştır.

Körfez savaşı, Afganistan'da Rusya'ya karşı kazanan savaşından sonra Müslümanların kalplerine inen inanç ve cesaretini yok etmeye yetti. Düşmanların silahlı kuvvetler Allaha inanan az bir insanlara karşı yenilgiye uğradıktan sonra, Orta Doğuya tüm yerlere yerleşip Muhammed ümmetini korkutmaya başlamışlardır. Saddam'a ve askerlerine bir şey olmuyordu. Ama Batı gittikçe vahşileşerek Müslümanları korkutarak onları tüm sahip olduklarına el koyarak devam ettiler ve biz buna karşı koymaya borç bildik. Ve hala bu savaş 18 yıl dır devam etmektedir.

Salih bir zamanda sen de ölümüle karşı karşıya kalırsın, о halde Allaha yönel ve onu yolunda cihat et. O, bu dünya'da ve öbür dünya'da da bir şereftir. Canım benim! Sen hala çok küçüksün. Ama biz sana ve senin yaştakilere bir yol gösterdik ki bunu bize bizim nineler gösteremezdi. Biz önce Allaha ve sonra size inanyoruz. Siz, bu ümmettin umudusunuz.

Maalesef, bu gün gençler televizyonun ve futbolun ve benzeri şeylerin ve arabaların kölesi olmuşlar. Boşu boşuna ölmekten kork ve Allah'tan sonunu hayırlı olmasi için dua et. Allah yolunda cesedini parçalanarak ölmek, mahşer'de seni Peygamber efendimizle (s.a.v.) beraber kılar.

Benim için en biiyuk hediyem, Elhamdulillah, senin bu cihat toprakta dünyaya gelmesi dir. Senin anne tarafı akrabalar birileri şehit edildi birileri benimle hala savaşmaktalar, birileri Ruslara esir düştüler. Onlar ilk Dağistan'da şeriatı ilan edenlerden dirler. Ben hatırlıyorum, о zamanlarda onların bulundukları köyler, Ruslar tarafından çembere altına alınmıştı ve biz onlara yardıma koştuk ve beraberce orada kafirleri dize getirdik.

Çeçenistan'da о zaman senin annen hala seni karnında taşıyordu. Ve uçaklar bizim toprağımızı her yerde bombalıyordu ve yakıyordu. Ve onun için, Allaha şükür et ki sen karnındayken cihatın seslerini duymaya başladın. Senin annen ise bir yerde öbür yere koşardı. Canım benim, lüks bir hayatı hiç düşünme çünkü seni her yerde küfür ümmeti takip edecektir ve sana rahat vermeyeceklerdir. Sen ise babanın yoluna devam et ve şerefli bir yolunu seç. Çoğu senin babanın arkadaşları da bunu seçtiler ve şehit oldular veya esir düştüler. Sen ise onlar'dan daha iyi değilsin. Hayatında ciddi bir karar al ye Allaha inanarak ve zafere inanarak devam et. Boş konuşmalara kulak verme, çok soru da sorma. İlim ara ve onu uygula ve Allahın kitabını oğren. Küçükken bunlari yap sonra Allahın yolunda cihat'a hazırlığını yap.

Oğlum benim! Bilmem, cihat'ta beraber olurmuyuz. Belki sen tek başına olursun, ben ise mezarda. Ama bu bir komutanın askere olan bir tavsiye dir, benim için bir rahmet ol, bana dua et ve Salih bir evlat ol ki, ölenler ancak salih evladın duasını alırlar. Peygamberimiz de böyle söylemiştir.

İsterim ki, Allah'ım koru onu! Bu ümmete faydalı ve bu dini korumaya güç ve cesaretini ver ona! Ve senin sonsuz rahmetinden rahmet eyle ona! Allah'ım düşmanlarından koru onu! Ve fakir babasına ve annesine şefaatçi kıl onu! Allah, inanmayanlara karşı senin şerefini ve gücünü yükseltsin!

Allahu Akbar
Senin baban, Hattab





10 Mart 2010 Çarşamba

Şehid İzzeddin Kassam

1882’de Suriye’nin Lazkiye şehrinde dünyaya gelen İzzettin Kassam, alim ve mücahid birisiydi. Suriye’de istiklal için İngilizlere ve Filistin’de siyonistlere karşı çok büyük mücadeleler vermişti. 1925 Suriye inkılabından sonra Lazkiye’den Hayfa’ya intikal eden Şeyh Kassam orada vaazlar veriyor ve gençler için kurduğu bir teşkilata da başkanlık ediyordu.

Daha sonra Arap İstiklal Partisi’ne giren Kassam İngiliz emperyalistlerine karşı mücadele etmek için gizli mücahid grupları oluşturarak silahlı kıyam hareketlerini yönetmeye başladı. Kasım 1935’te “Cenif’ dağında başlattığı kıyamda şehid olan Kassam’ın istiklal yolunda ve Filistinlileri kıyama hazırlamada halka çok büyük tesirleri olmuştu. Filistin inkılapçılarının öncülerinden sayılmaktadır.


ŞEHİD İZZETTİN KASSAM’IN CİHADI
Şehid Kassam mümin ve mücahid bir şahsiyetti. İslâmi harekette çok gayretli ve azimli çalışmalarda bulunmuştu. İzzettin Kassam Hayfa’da Şer’i mahkemede çalışıyordu. Bu mahkeme yüksek İslâm meclisine bağlıydı. Şeyh Kassam bu görevin yanı sıra Hayfa’daki İstiklal Camisinde vaazlar da veriyordu. Daha sonra bağlı bulunduğu teşkilatın emriyle görevleri bırakarak gizli askeri örgüt kurma çalışmalarına başladı.

Kurduğu bu, kendisine nisbeten “Kassamiler” olarak adlandıran birliğe en sadık gençlerden ve cihada en azimli olanlardan seçiyordu. İşte bu mücahidler Hayfa’da ve Filistin’in kuzeyinde çok başarılı mücadeleler vermişlerdi. Bundan dolayıda müslümanların nazarlarında büyük bir şeref leri ve değerleri vardı. İngilizlerin gözünü korkutmuş ve siyonist yahudilerin kalbini titretmişlerdi. Kassam’ın mücahidleri, çalışmalarını öyle gizli yürütüyorlardı ki İngilizler ne kadar uğraşıyorlardıysa da bir türlü izlerini bulamıyorlardı. 1935’in sonbaharına gelindiğinde Kassam’ın örgütü de gelişme ve gücünü göstermede son haddine ulaşmıştı. Bu arada Kassam’la Kudüs’teki Kurtuluş Örgütü arasında irtibatta tamamlanarak güç birliği yapılmış ve hareket birliği sağlanmıştı.


KIYAMIN İLAN EDİLMESİ
Halk birşeyler sezmeye başlıyor havada gerginliklerin olduğunu anlayarak içten içe, olabilecek kıyam için kendilerini hazırlıyorlardı. Bu bekleme fazla sürmemiş tarih 2 Kasım 1935’e gelmişti. Bu tarih aynı zamanda yahudilerin ilan ettiği “Belfar” vadisi günüydü. Evet bu Belfor vadisi yahudiler açısından bir zafer olarak nitelenmekteydi. İşte bu tarihte Şeyh İzzettin bir grup silahlı mücahidle birlikte “Ceniğ’ dağına çıkarak kıyam ilan ediyordu. Şeyh İzzettin’in başlattığı bu kıyam, Filistinlilerin İngilizlere karşı başlattığı altıncı kıyam olarak yerini alıyordu.

İngilizler mücahidleri ortadan kaldırmak için tüm kuvvetlerini Şeyh İzzettin üzerine gönderdiler. Savaş çok şiddetli günlerce devam etti. Düşman büyük kayıplar vermişti. Defalarca Kassam’ı ve grubunu yakalamak için girişimlerde bulunmuşlardı ama hepsi de boşa çıkmıştı. Kassam’la bir türlü başedemiyorlar ve nerede merkez kurduğunu bilemiyorlardı. Halk Şeyh Kassam’ı seviyor ve onu destekliyordu.

Sonunda olan oldu. Emniyet görevlisi olarak çalışan ve İngilizlere casusluk yaptığı bilinen bir kişi Şeyh Kassam’ın ve arkadaşlarının bulunduğu yeri ihbar etti. İngilizler bunu öğrenince çok büyük bir kuvveti Şeyh Kassam üzerine göndererek onu ortadan kaldırmayı planladılar. İngiliz kuvvetleri mücahidlerin bulundukları yere geldiklerinde, kahraman Şeyh İzzettin ve arkadaşları onları karşılamak için silahlarıyla dışarıya çıktılar. Mücahidler sayıları çok az olmasına ve isteseler kaçabilecekleri halde savaşmayı tercih etmişlerdi.

Çok şiddetli çatışmalardan sonra Şeyh İzzettin şerefiyle ve yiğitliğiyle şehid olurken, diğer arkadaşları da yaralanarak esir düşmüşlerdi. Daha sonra esirler askeri mahkemede yargılanarak iki ile onbeş sene hapis cezasına çarptırıldılar. Şehid İzzettin ve arkadaşlarının şehadeti müslümanlar arasında dehşet uyandırmıştı. Bir taraftan gösteriler yapılırken diğer taraftan da şehid İzzettin ve arkadaşlarının cenazelerinin onların cihadına layık bir şekilde kaldırılması için tüm müslümanların cenaze namazına katılmaları isteniyordu.

Cenaze namazı onbinlerce müslüman tarafından kılınarak “Bacur” şehitliğine defnedildi ve kendisi için bir türbe yapıldı.

Şehid İzzettin’in cenazesini çok kalabalık bir topluluk takip ediyordu. Öyleki İngilizler böyle bir kalabalığı o güne kadar hiç görmediklerinden korkarak topluluğu dağıtmak isteyince İngiliz askerleriyle müslümanlar arasında çatışma çıktı. Bu,çatışmada hem İngiliz askerlerinden hem de müslümanlardan yaralanmalar oldu. Şeyh İzzettin ve arkadaşlarının yerini ihbar eden casus ise daha sonra mücahidler tarafindan öldürülmüştü. Şeyh İzzettin Kassam’ın bu kıyamı Filistin için bir meşale olmuş, onları harekete geçirerek 1936’da gerçekleşen büyük kıyamında hazırlayıcısı olmuştu.


yazan: Fethi Yeken
***



İZZEDDİN EL-KASSAM

İzzeddin El-Kassam Tugayları "İslami Direniş Hareketi (Hamas)'ın silahlı kanadıdır.Arapça'da "ezz" destek, bağlılık, ya da gurur anlamına, "Deen" din anlamına, El-Kassam ise kesici veya ayıran anlamına gelmektedir.Mücahit Lider İzzeddin el-Kassam 1935 yılında Cenin yakınlarında şehit olmuştur.El-Kassam Suriye doğdu Suriye ve Lübnan'da Fransız işgaline karşı olduğu için Filistin'e sügün edildi. Filistin ülkesini İngilizler'in Yahudi halkı için bir yurt yapmaya söz verdiği bir zamanda İngiliz işgaline karşı mücadelesini ülke halkı ile birlikde devam ettirdi.

Alt Yapısı:

1984'de Şeyh Ahmed Yasin, Dr İbrahim Al-Maqadema Şeyh Salah Şehada işagale karşı silahlı bir örgüt kurulması için hazırlıklara başladı.Grup Çabalarını gelecekte yapacakları direniş etkinliği için silah satın almaya yoğunlaştırdı. Ancak grup üyeleri tutuklandı ve silahları ele geçirildi.O Zamanda,grubun Hamas veya Al-Kassam Tugayları adı altında faaliyet yoktu.

1986 yılında Şeyh Salah Şehada direniş için "Al-Mujahidoon Al-Filistinion" (Filistinli savaşçıları) denilen bir yeni yapılanma kurdu. Bu yapılanma Siyonist işgal askerleri ve hain hedeflerine yönelikti...Bu yapılanma 1989 yılına kadar çalışmaya devam etti ve onların en ünlü operasyonlarından biriside; Ilan Sadoon ve Avi Sasbortas iki işgal askerini kaçırmaları olmuştur. Ayrıca, Hamas (resmi olarak 14 Aralık 1987'de kurulmuştu.) "Majd," ve Abdullah Azzam Tugayları "ve diğer benzer oluşumlar hainler karşı bir güvenlik ofisi oluşturmuşlardı.

1991 yılı ortasında, İzzeddin El-Kassam Tugayları Hamas'ın silahlı kolu olarak tanındı.


Misyonumuz:

İzzeddin El-Kassam Tugayları (EQB) Filistin İntifada (1987-1994)'nın ortasında Siyonist işgale karşı kurulmuştur.Filistin Topraklarında Popüler hale gelen ve silahlı direnişe karşı İngilizlerin darbe ve bu işgali devam ettirip aşırı seviyelere götürdükleri bir zamanda kurulan İzzeddin El Kassam Tugayları (İKB) Siyonist işgale karşı direniş hareketinin parçası olarak çaba görmektedir. Bu anlayış ışığında, İKB amaçları: "Filistin'in özgürleştirilmesi çabalarına katkıda bulunmaya ve Kutsal Kuran, Hz Muhammed Sünneti (gelenekleri) ve kutsal İslam öğretisi altında (Allah'ın selamı ve Bereketi onun üzerine olsun) yöneticilerinin, akademisyenlerinin olmak üzere, bütün Filistin Müslümanlarının sevgisini ve bağlılığıni kazandı. "

İzzeddin El-Kassam Tugayları yapılanma çalışması:

· Cihad ruhunu Filistinlilere,(Direnişi) Araplar ve Müslümanlar arasında yaymak;
· Filistin topraklerını saldırgan Siyonist işgaline karşı savunmak;
· Filistin Topraklarını gasp eden Siyonist işgal güçlerine ve yerleşimcilere karşı korumak;


Mensupları ve Yapılanması:

İzzeddin El-Kassam Tugayları,Tugayların kişileri bu yapılanmaya alırken gizlilik ilkesini benimseyen sadece liderlik ruhunu bilenlerden seçer.

İKB Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da ki yapılanma uzman kadrolar ve birbirinden bağımsız olarak ama Birliğin liderlik talimatları doğrultusunda çalışırlar.Gönüllülere sabırla sevgi, dürüstlük ve ahlaki gereksinimlerine uygun, fiziksel ve eğitimsel ihtiyaçlarıi onlara verildikden sonra göreve atanmaktadırlar.

İzzeddin E-Kassam Tugayları acımasız işgal ordusunun uzun süreden beri savaşına maruz kalmaktadır.Birlik çok defa işgalci güvenlik ve askeri makineleri tarafından sürekli tacizi ile karşılaşmışlardır. İKT.mensuplarından yüzlercesi öldürüldü ya da hapsedildi. Ayrıca, Filistin'de 1995-2000 de Birlik ve üyelerine baskınlar yapıldı ve komutanlarının yüzlercesi tutukladı.

Sekiz yüz'den fazla mensubu Eylül 2000'de patlak veren Al-Aksa İntifadası'dan bu yana şehit olmuştur.

Engeller ve Başarıları:

Filistinli'ler özgürlük mücadelesi yolunda birçok zorluklarla ve engellerle karşı karşıya bulunmaktadırlar.Işgal Devleti, güvenlik ve askeri mekanizması ile Filistin halkına karşı terörünekendi destek vermek. Yasadışı politikaları gerçekleştirmek, toplu cezalandırma, hapisler, suikastlar,işkence ve gelişigüzel kuvvet kullanımak. Ayrıca, onlar Filistin safları arasından,direnişe karşı hainler toplamak için onlara casus taktikler vermek, sindirme ve şantaj kullanmak.Toprakları savunmak için Genişletilmiş İşgale karşı bir engel olan direnişe karşı yöntem bulmak.
İKT son birkaç yıldır işgal terör politikalarına karşı çok sert çalıştı. Ve birçok durumda, İKT müstahkem askeri hedeflere ve işgal güçlerinine karşı Filistin'liler adına şaşırtıcı zaferler kaydetti.

Yüce Allah'ın desteği ile İzzeddin El-Kassam Tugayları bölgesel bir süper güce karşı mücadele gösteriyor.Bundan sonra Birliğin gücü Filistin adaletinden gelmektedir.Çünkü inancımız öldürlenler adına; küstah ve saldırganlara yenilgi tattıracaktır.
Liderliğin Şeffaflığı, bağlılığı, ve yaratıcılığı sayesinde, işgal ordusu aldığı kararla sınırları,hava sahasını ve deniz sınırlarını kontrol yoluyla işgali sürdürmek için Gazze Şeridi içinden çekilmiştir.Işgal ordusunun, yasadışı yerleşimcilerinin ve ordu üslerinin tasfiyesi edilmesi Siyonist rüyalarının paramparça olup Gazze dışına atılmasına sebep olmuştur...
Aynı şekilde, İzzeddin El-Kassam Tugayları Gazze'nin kurtuluşudan emin olduğu kadar Filistin topraklarının da kurtuluşa emindir.

Şehid Fethi Şikaki


Dr. Fethi sikaki Kimdir?

Dr. Fethi Sikaki 1951′de Gazze’nin Refah mülteci kampinda, Remle’den buraya iltica etmiS olan bir Filistinli ailede dünyaya geldi. Ilk ve orta ögrenimi dogum yeri olan Refah’ta tamamladiktan sonra Beir Zeit Üniversitesi’nde ögrenim gördü. Quds’te dört yil ögretmen olarak calistiktan sonra Misir’in Zekazik Üniversitesi’nde tip ögrenimi gördü. 1980′de buradan mezun olarak Quds’e döndü ve doktor olarak calismaya basladi. 1983′te isgal yönetimi tarafindan tutuklandi ve bir yil hapiste kaldi. 1986′da bazi arkadaslariyla birlikte Islami Cihad Hareketi’nin kaynagini olusturan Filistin’in Kurtulusu icin Islami Cephe’yi kurdu. Daha önce Islami anlayislari dolayisiyla el-Fetih’ten ayrilan bazi gruplar da bu cepheye katildilar.

Sonradan Islami Cihad Hareketi adini alan söz konusu cephenin kurucuları ideolojik yapilanmalarinda en cok Imam Hasan el-Benna, Seyyid Kutub ve Izzeddeen al Qassam’in fikirlerinden etkilenmislerdi. Imam Hasan el-Benna’nin Islam dünyasinda yeniden dirilis hareketini baslatmis önemli bir lider oldugunu, Seyyid Kutub’un da fikirleriyle ümmeti karsi karsiya oldugu sapmalar hakkinda uyardigini ve inanc konusunda aydinlattigini söylüyorlardi. Bu hareket kurulus merhalesinde Iran devriminden de etkilenmistir. Hatta hareketin kurucularinin basinda gelen ve sehid edildigi tarihe kadar da liderligini yürüten Dr. Fethi Sikaki, Iran’da Imam Humeyni’nin öncülügünde genis tabanli bir halk hareketinin basladigi dönemde: “Imam Humeyni, Islami Cözüm ve Alternatif” adli bir kitap yazmistir.

Dr. Sikaki, 1986′da, Filistin’in Kurtulusu icin Islami Cephe’yi kurmasindan kisa bir süre sonra ikinci kez tutuklandi ve dört yil hapis cezasina carptirildi. Ancak 1988′de Lübnan’a sürgün edildi. Orada bir yil kaldiktan sonra Suriye’nin baskenti Sam’a yerlesti. Qudslü bir hanimla evliydi ve dört cocuk sahibiydi.

Filistin Islami Cihad Hareketi’nin lideri Dr. Fethi Sikaki, Libya’daki Filistinlilerin sinir disi edilmesi isleminin durdurulmasi icin Kaddafi’yle görüsmede bulunmak üzere gittigi Libya’dan dönerken ugradigi Malta adasinda, 26 Ekim 1995 tarihinde, Zionist rejiminin cinayet sebekesi MOSSAD’in paralı katilleri tarafindan sehid edildi.

Filistin Islami Cihad Hareketi, Dr. Fethi Sikaki’nin sehid edilmesi olayiyla ilgili olarak yayinladigi bildiride saldirinin zionist Israil rejiminin cinayet sebekesi tarafindan gerceklestirildigine dikkat cekerek: “Saldirganlardan intikamimizi mutlaka alacagiz. Canilerin ayaklarinin altina ates serecegiz. Iktidarlarini hain pusular ve korkakca cinayetler üzerine oturtan ziyonist zalimlerin saltanatlarina mutlaka son verecegiz. Onları yaptıklarına pişman edeceğiz” denildi.
****
Dr.Fethi Sikaki Sehadet Yil Dönümümünden...








Şehid Hasan El-Benna

ALLAHIM SEN BENİM KAVMİMİ HİDAYETE ERDİR.ÇÜNKÜ ONLAR BİLMİYORLAR.











17 Ekim 1906'da Misir'in Mahmudiye kentin de dogan Hasan el-Benna dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babasi hadis alimi idi. Hadis konusunda bizzat kendisinin de yazdigi eserler vardir. Iste böyle ilmi bir yuvada büyüyen Benna ilim, takva ve zühd atmosferinde çok güzel yetismistir. Daha küçük yaslarda üstün bir zeka ya sahip oldugu gözleniyordu. Gece namazlarina ve pazartesi, persembe günleri oruçlarina devam ediyordu. Küçük yaslarinda Kur'an-i Kerimi yari sina kadar ezberleyen Benna 15 yaslarinda hifzi ni tamamladi.

Yüzünün hatlarinda -devamli bir elem ve hü zün görünüyordu. Kalbinde müslümanlarin dertlerine çareler arama aski vardi. Onun bu hali za man zâman bazi kötülükleri bizzat kendi eliyle degistirmeye götürüyordu.

Nafile ibadetlere devam etmesiyle ruhu en ginlesmis ve nefsi daha da ,paklasmisti. Ayrica daha talebelik yillarindaki Islâmi çalismalarin dan dolayi da genel kültürü oldukça gelismisti. Okudugu medrese de "kötülüklere karsi mücadele" adinda bir teskilat kurarak bazi önemli sahsiyetlere mektuplar gönderip, onlara nasihat etmeye ve onlarin dikkatlerini toplumdaki kötü lüklere çekmeye baslamisti.

Liseden mezun oldugunda Misir'daki tüm talebeler arasindaki siralamada besinciydi. Üniversiteyi ise."Darul Ulum"da okumustu. Universiteyi bitirme imtihanlarini verirken onsekizbin siir beyti ve bir o kadarda nesir ezberlemisti. Darul Ulum'u bitirdiginde onun ayarinda talebe yoktu. Çünkü birincilikle bitirmisti.

Üniversiteyi bitiren Hasan el-Benna Ismaili ye'deki okullardan birine tayin edilmisti. O zaman Ingilizlerin tüm güçleri Ismailiye'de toplan misti. Okullarda Avrupa usulü egitim yapiliyordu. Ismailiye bu haliyle sanki Londra'nin muhit lerinden birini andiriyordu.

Halkin çogu ise bir Ingiliz sirketi olan "Su veys"te isçiydiler. Hasan el-Benna Ingilizlerin Misir halkini ezdigini ve onu zelil ettigini görüyordu. Misir halki sanki onlarin kölesiydi. Her türlü fesat almis yürümüs ve haramlar mübahlastirilmisti. Özellikle 1924'de Atatürk tarafindan hilafet yikildiktan sonra bu durum daha da artmisti. Diger taraftan Benna batililarin Islâmi ortadan kaldirmak için yaptigi çalismalari gördükçe kalbi parçalaniyordu. Iste Benna o dönemleri anlatirken söyle diyordu: "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik.

Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldirmak için ne kadar düsündük. Bu hallerin tesirinden bazen aglama durumuna gelirdik." Derken Hasan el-Benna kendilerinde hayir alemetleri olan bazi kisilerle irtibata geçiyordu. Kendisiyle birlikte alti kisi biraraya gelerek Islâmi çalismalarin çekirdegini olusturmak için anlastilar. Benna bu kurdugu teskilatina yeni bir isim almamasi için "Biz Müslüman Kardesleriz" dedi ve cemiyetin adi "Ihvan-i Müslimin" oldu. Benna ilk davetine Ismailiye'de baslamisti. Çalismalarini bereketlendiren Allah Teâlâ onun elleriyle kahvelerde zamanlarini bosa geçiren insanlardan Islâm davasi için mümtaz sahislar yetistirmisti.

Bunlara örnek olarak Islâm davasinin ilk öncülerinden Seyh Muhammed Fergali Ingiliz komutaninin karsisina dikilmis söyle diyordu: "Beni bu Ismailiye'den sadece bir kisinin emri çi kartabilir. O da Hasan el-Benna" ' Hasan el-Benna Ismailiye'deki çalismalari ge nisleyince ve tüm gayretlerini Islâm için tahsis edince Ismailiye'den Misir'in baskenti olan Kahi re'ye tasindi. Ihvan-i Müslimin'in merkezini orada kurdu.

Bütün gayretlerini Islâma davet ve onu tanit ma yolunda harcadi. Köyleri gezdi, sehirleri do lasti. Gittigi her yere bir sube açiyordu. Öyle ki bir kaç sene içinde Ihvanin hareketi Misir'in gö zünü ve kulagini doldurmustu. Her tarafta ona katilmalar oluyor ve Misir'in evlatlari onun ka natlari altina giriyordu. Bunu gören hükümet Ih vanin yayilmasindan korkarak onu kontrol etmek için her türlü çareye basvuruyordu.














Hasan el-Benna'yi gizli istihbarattan bir çok kisi takip etmeye baslamisti. O nereye giderse on larla pesinden ayrilmiyorlardi. Derken 1947 se nesinde Hasan el-Benna bazi mücahidlerini Filis tin'e gönderiyordu. Filistin daglari ve köyleri da ha önce görmedikleri ender mücahidler görmeye baslamislardi. Evet Filistin yahudiye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattirmak için ölümü hayata tercih eden insanlara sahit olmustu.

Bu arada Kral Faruk, bu büyük gelismeler den dolayi meseleyi Ingilizlerle beraber düsünme ye basladi. Özellikle Kral Faruk'un Misir ordusu na dagittigi silahlarin bozuk oldugunun anlasil masindan ve araplarin hiyanetlerinin açiga çik masindan sonra Kral Faruk için mesele iyice teh likeliydi. Filistinde cihad eden Ihvan-i Müslimin Mücâhitlerinin Misir'a gönderilmesinden korkan Faruk, Müslüman Kardesleri tutuklatip hapisha nelere dolduruyordu. Disarida sadece Hasan el Benna kalmisti. Kralin maksadi onu öldürtmekti. Iste bu esnada Mahmud Abdulmecid gizli is tihbarattan bes kisiyi Benna'yi öldürmeleri için gönderdi. Ve Kahire'nin en büyük meydaninda Müslüman Gençler Teskilatinin önünde 12 Subat 1949 tarihinde Hasan el-Benna kursunlandi. Te davi için hastaneye kaldirildi. Bu arada Benna'ya müdahale edilmemesi ve kan kaybindan ölmesi saglandi.

Böylece ömrünün sonuna kadar teblig için çalisan Hasan el-Benna ruhunu tertemiz olarak Allah Teâlâ'ya teslim ediyordu. Cenazesini bir yasli babayla birlikte dört kadin kabre götürmüstü. Bölgede elektrikler kesilmis ve bu dört kadin dehset verici bir ortamda tanklarin arasinda Benna'yi götürüp defnetmislerdi. Bütün bunlar yetmiyormus gibi müslümanlar Benna'nin cesedini çikaripta gösteri yapmasinlar diye mezarinin basinda nöbet tutturuyordu.

Hasan el-Benna dünyayi terketmis Kral Faruk'ta Hasan el-Benna korkusundan rahata kavusmustu. O öldügünde çocuklarina ihtiyaçlarini giderecek bir sey birakmamisti. Hatta ev kirasini bile verecek durumlari yoktu.

Faruk, Hasan el-Benna'dan kurtulmustu ama geriye bir problem kalmisti. O da Ihvan-i Müsli minin Filistinde hala cihada devam eden mücahid gruplariydi. Bunlardan kurtulmak için Faruk, Misir tanklarina ve askerlerine Filistin'e hareket emri verdi. Maksadi oradaki Ihvan mensuplarini tutuklatmakti. Ve tanklar kamplarin etrafindaki duvarlari döverek mücahidleri ya teslim olmak ya da üzerlerine toplarin atilmasina razi olmak arasinda seçim yapmaya zorladilar. Mücahidlerde etrafin cehenneme çevrilmesini istemediklerinden teslim oldular. Oradan hapishaneye tasinan mücahidler böylece duvarlar arkasina terkediliyordu.

Gerçek su ki liderlikte büyüklügün belli bir ölçüsü yoktur. Bazen olur ki büyüklük ilmi yönden olur. Bazen büyük bir fatih veya kesifçi, ya da bir ruhi terbiyeci yahud da bir siyasi lider bü yük olabilir. Fakat kaliciligi bakimindan en büyük lider ümmeti yeniden insa eden, yeni nesille rin yetismesini saglayan ve tarihin gidisatini degistiren liderlerdir.

Iste Hasan el-Benna bu kalici liderlerden birisi, belki de yirminci yüzyilda Islâm tarihinde en göze çarpanlardandi. Onun bu büyüklügü sadece alim olusundan veya iyi bir hatipliginden ya da siyaset adami olusundan degil, Islâm davasini bina eden yeni bir nesil yetistirmesinden ve özelde Misir'in genelde de Islâm aleminin tarihini sars masindandir. Bu gün dahi onun siddetli sarsmasindan olaylar gidisatini degistirmektedir.

Misir'in yeni tarihini yazmak isteyen herhangi bir tarihçi, yahut Filistin meselesini yazmak isteyen birisinin Hasan el-Benna'yi yazmadan bu konulari yazamamasi onun büyüklügünü göstermeye kafidir.

Tarihçilerin her ne kadar Hasan el Benna hakkinda kendilerine özgü ayri ayri görüsleri olsa da, hepsi de olaylarin meydana gelisinde Hasan el-Benna'nin büyük tesirleri oldugunda ittifak etmektedirler.

Bu olaylar ki yarim asirdan günümüze kadar hala tesirini devam ettirmektedir. Isterse günümüzdeki insanlar onun kiymetini bilmesinler ve isterlerse onun hayatinda veya sehadetinden sonra da onu geregi gibi takdir etmemis olsunlar. Bu durum bütün liderler için böyledir. Insanlarin veya ileri gelenlerin onun kiymetini geregi gibi bilememeleri El-Benna'ya en ufak bir zarar veremez.

Gerçek su ki, Islâm önderleri tarihte hiç bir zaman insanlar bilsinler ve taktir edip methetsinler diye, çalismamislardir. Bilakis Islâm onlari öyle özel bir duruma getirmistir ki, tarihte bizden baska milletler bu önderleri pek bilemezler. Çünkü Islâm onlari ruhi terbiye ve büyük bir iman üzere yetistirir. Oyle ki o ruhaniyet özel bir anlayis kazandirmis, hayatin gerçek yönlerini ve varligin sirlarini ögretmistir.

Islâm onlari öyle yetistirmistir ki en üstün fedakarliklari yaparlar ve insanliga karsi çok büyük bir muhabbet beslerler. Iste Islâm önderlerini kendi aralarindaki bazi mizaç farkliliklariyla birlikte onlarin genel durumu budur. Onlar Allah rizasindan baska hiç bir sey de istemezler. Sadece Allah'in hesabindan korkar ve O'ndan sevap beklerler. Yalniz Allah'in indinde itibarlari olsun isterler. Hiç bir zaman kendileri için rahatlik ve huzuru talep etmezler, rahatligi ancak Allah'a kavusmakta ararlar. Onlarda söhret veya methedilmeyi isteme, yahut makam hirsi veya haset bulunmaz. Onlarin dünya hayati veya sehevi arzulari için herhangi bir is yapmalari müm kün degildir. Onlar insanlardan karanliklari kaldirmak için gönderilmis bir nurdurlar. Gökyüzün de devamli olarak parildarlar. Onlar yeryüzünde ki topraklara karismayan ve en yüksek bina ile en küçügüne dahi vuran bir günes subesi gibidirler.

Yeryüzündeki tüm ser güçler, sömürgeciler, krallar, partiler, Ezher Üniversitesi ve fesat ehli Hasan el-Benna ile mücadele ettiler. O da bütün bunlara karsi savasti. Halk bizzat kendi menfaatinden cahil kaldi. Hepsi de Hasan el-Benna'nin yolunu engellemek ve davasindan alikoymak için çalismalarina ragmen o, yüce daglar gibi, rüzgara ve balyozlara aldiris etmeden yoluna devam etti. O, yolunu tutmak için belki saga sola sallanmistir ama bütün tehditlere ragmen hiç bir zaman kasirgalardan etkilenerek davasindan geriye adim atmamistir. Dünya onun etrafinda kararmis olsa da, o hiç bir zaman zafere olan kuvvetli imanindan en ufak bir zayiflik göstermemistir. Karsi kuvvetler ne kadar çok olsa da ve ne kadar üzeri ne çullansalarda o, hiç bir zaman mücadelesinde yenilmemistir.

Bütün bunlara ragmen, tipki arkadaslarina oldugu gibi düsmanlarina bile gönlü açikti. O, hiç bir zaman düsmanlarindan birine karsi hasetlikten dolayi tiksinmemistir. Çünkü büyük insanlarin kalbinde hasede yol yoktur. Fakat onun tiksinmesi ve kerih görmesi, düsmanin batila sap masindan, fesadindan ve iftiralarindandi. Eger düsmani kötülük ve seryolurida gitmeye devam ediyorsa ve halkin menfaatlerine zarar veriyorsâ onlardan nefret eder tiksinirdi. Tipki hakka karsi inatlik eden basiretsizlik göstererek anlayissizlik yapan ve ahlaki bakimdan davayâ sikinti veren dostlarindan nefret ettigi gibi.

Fakat Benna bütün bunlara ragmen Rasûlullah'in Uhud günü yaraliyken ettigi su du ayi devamli olarak ediyordu: "Allah'im sen benim kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar bilmiyor lar." Düsmanlari devamli olarak ona karsi hile ve tuzaklari sürdürürken o da düsmanlarina karsi sürekli sefkat ve nasihata devam ediyordu. Benna'nin bu hali, ta onu her türlü kuvvetten, makamdan ve yardimcidan yoksun bir halde tek basina karanlikta vurarak öldürdükleri zamana kadar devam etti.

Evet onu öldürdüler. Onlar kuvvetli Benna ise zayifti. Onlar hükümran Benna ise bir kenara itilmisti. Onlar silahli, Benna ise eli bostu. Evet Benna'yi öldürdüler, simdi onlar katil ve mücrim, Benna ise mutlu ve saadet içinde.

Daha sonra onlar halkin merhametinden kovulurken, Benna Allah'in rahmetiyle bagislaniyordu. Onlar simdi bati ülkelerinde dagilmis vaziyette. Benna ise istirahatgahinda. Allah O'na ve tüm mücahidlere bol bol rahmet etsin. ( Amin)
***











"Allah uğrunda hakkını vererek cihad ediniz. O sizi ideal ümmet olarak seçti. Din konusunda, sizin üze*rinizde (geliştirmenizi önleyecek) hiç bir zorluk (bas*kı) getirmedi. Atanız İbrahim'in milletinin (ilkele*rinin) aynısını (model alınız)."

Enes (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyur*muştur:


"Allah yolunda bir sabah yahut bir akşam cihada çık*mak, bütün dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır." (Buhari, Müslim ve Tirmizi)


Ebu Hureyre (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allah kendi uğrunda cihada çıkanı güvencesi altına alır. Zira sadece benim uğrumda cihadı, bana gerçekten imanı ve benim Rasûlümü kendi davranışlarıyla onaylaması o kulumu yola çıkarmıştır. Bu nedenle ya onu cennete koy*mak veya sabahleyin cihad niyetiyle çıktığı eve, elde et*tiği ecirle yahut ganimetle birlikte döndürmek benim üze*rime borçtur. Muhammed'in canı elinde olana andolsun ki, o kulun Allah yolunda konuştuğu hiç bir söz yok ki, kıyamet günü, o sözü konuştuğu günün yapısı gibi hu*zura gelmesin, rengi o günün kah renginde, kokusu o gü*nün misk-ü amber kokusundadır.

Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a andolsun ki, eğer müslümanlara zor olmasaydı Allah yolunda sefere çıkan hareket timinden kimseyi geri bırakmazdım. Fakat kendimde yetenek bulamıyorum ki onları taşıyabileyim. O müslümanlar da hem kendilerinde yetenek bulamıyorlar, hem de benden vazgeçmeleri onlara ağır geliyor. Nefsim denetimi altın*da olan Allah'a yemin ederim ki Allah uğrunda savaşa katılsaydı/n da ölseydim, tekrar katılsaydım da ölseydim. Olmazsa tekrar savaşa katılsaydım da ölseydim; ne ka*dar çok isterim!" (Ebu Davud ve İbni Mâce dışındaki dört Sünen)

Yine ondan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:

"Yâ ResûlAllah (s.a.v) Allah yolunda cihada hangi amel denk gelir? diye sordular. Resûlullah:

-Sizin gücünüz yetmez, buyurdu ve ekledi: -Allah yolunda cihad yapan kişinin dönmesine ka*dar, gündüzleri oruçlu ve geceleri ayakta olan, ayrıca Al*lah Teâlâ'nın âyetleri içine dalan kişidir. Mücahid ciha*dından dönünceye kadar ne orucundan ne de namazın*dan hiç ayrılmaz" (Ebu Davud dışında kalan beş hadis kitabı)

Ebu Said (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:

Şimdi beni dinler misiniz? Size en iyi insan en kötü in*san dengesini anlatayım?

En hayırlı insan atının sırtında, yahut devesinin sır*tında. Yahut ayakları üzerinde ölüm gelip çatıncaya ka*dar Allah yolunda sâlih amel işleyen adamdır. En kötü adam, Allah Teâlâ'nın kitabını okuyup üzerinde yaşa*ması gerekirken hiç bir şeyine zerre miktarı saygı gös*termeyen adamdır." (Nesâi)

Kuşkusuz Allah Tebâreke ve Teâlâ mü'minlere şöyle ses*leniyor:


"Ey inananlar! Sizi acı azaptan kurtaracak ticaretli işi size göstereyim mi? Allah'a ve Rasûlü'ne inanır, malla*rınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bi*lirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Böylece O, sizin gü*nahlarınızı yarlığar. Sizi zemininden ırmaklar akan cen*netlere; Adn cennet indeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz diğer bir kazanç daha var; İşte Allah yardımı ve Allah zaferidir. Mü'min*lere bunları müjdele." (Saff, 10-13)

Fakih kişiler kitaplarında, İslâm ülkesinin topraklan düş*man çizmesi ile çiğnendiği zaman cihadın farz-ı ayn olduğu*nu belgeleriyle belirtmişlerdir. El-Muğni yazarı şöyle diyor:

"Cihad şu üç pozisyonda belirlenir:

A) İki ordu karşı karşıya gelip iki birlik de karşılaştığı zaman orada bulunanın geri kaçması haram olur. Allah Teâ-lâ'nın şu fermanına göre savaş yerini alması onun için kesin*leşmiş olur:

"Ey iman edenler! Bir düşman topluluğuyla karşılaştığı*nız zaman kararlılık gösterin ve Allah'ın adını çok anın ki kurtulabilesiniz." (Enfâl, 45)

Ayrıca:

"Direnç gösteriniz. Zira Allah direnenlerle beraberdir." (Enfâl, 46)

Diğer bir âyet-i kerimede:

"Ey mü'minler! Toplu halde kâfilerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar savaşmak için kaçar gibi bir tarafa çekilmek veya diğer başka bir birli*ğe katılıp savaşmak amacıyla olan dışında kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın ga*zabı içinde yerini alır. Zaten onun yeri cehennemdir." (Enfâl, 15-16)

B) Kâfir orduları herhangi bir şehre girip konakladıkla*rında müslümanın savaşmaya hazır olması ve onları geri püs*kürtmesi farz olmuş olur.
C) Yönetici imam, bir kavmini savaşa çağırırsa her gücü yetenin o imama katılmaları zorunludur. Zira, Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Size ne oldu ki: Allah yolunda sava*şa çıkın!' denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz?" (Tevbe, 38)

Resûlullah (s.a.v) de şöyle buyuruyor;

"- Savaşa katılmanız istendiği zaman hemen katılınız."


Bütün İslâm fıkhı kitaplarında, mezheplerin ufak-tefek ayrılıklarına rağmen sonuç hepsinde aynıdır.

İlk müslümanlar bu gerçekleri çok iyi kavramışlardır. On*lar ya ibadet ediyor, ya ticaretle uğraşıyor veyahut savaşçı olu*yordu. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:


"Şüphesiz senin, gecenin üçte ikisine yakın bölümünü, bazan yarısını, bazan da üçte birini yatmadan geçirdiği*ni ve beraberinde bulunan topluluğun da böyle olduğu*nu Rab bin belgeleriyle biliyor. Gece-gündüzü dengeye koyan ancak Allah'tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı (fazlasını yapamayacağınızı) bildiği için sizi bağışladı. Ar*tık siz, kolay olan bölümü uygulamaya koyunuz. Allah Teâlâ bilir ki içinizden hastalananlar olacak, diğer kısmınız Allah'ın takdir buyurduğu rızkı aramak ama*cıyla yeryüzünde yol tepecekler. Başka bir bölümünüz de Allah yolunda çarpışacaklardır. Artık siz, kolayınıza gelen mesleği uygulayınız. Namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin, en güzel bir borçlandırmayla Allah (kullarına (kredi) veriniz; harcayınız." (Müzemmil, 20)


İyi dinleyiniz; bugün İslâm'ın yaşandığı ülkeler ve şehir*ler müslümanların yakından tanıdığı ve tam bir kavrayışla kav*radığı şu düzeydedir: İslâm karapara ticareti yapanların ve kirli işlerle uğraşan maceracıların ellerinde parsellenmiş talan mal*ları durumundadır. Öyleyse böyle kişilere savaş açmak şu anda en muhkem bir görev ve üst düzeyde zorunluluktur.

Müslü*man ülke krallarına veya cumhurbaşkanlarına halkı bu yön*de sevk ve idare etmeleri, savaşı başlatmaları ve halkı topyekün savaşa çağırmaları da onlara farzı ayındır. Bu yolla hem dünyada üstün başarı, onurluluk ve destek görmek ayrıca*lıkları onların olduğu gibi, âhirette de ödüllendiriliş ve cen*net onların hakkıdır. Şöyle ki:


"Her kim onu işittikten ve kabullendikten sonra değiş*tirirse, günahı yalnızca onu değiştirenleredir. Şüphesiz Al*lah sonsuz işiten ve sonsuz bilgi sahibidir." (Bakara, 181)

En büyük Allah! Hamd yalnız O'nadır.

Hasan El Benna

rabbim şehadetini kabul etsin inşAllah...
***
Hasan el benna'nin gençliğe hitabesi‏

Gençler!!


Biz insanları Allah'ın mesajına/rehberliğine çağırıyoruz ..

Zira o, mesajların en yücesidir Biz, insanları İslam düşüncesine davet ediyoruz..

Çünkü o, en güçlü ve en tutarlı düşüncedir

Biz, insanlara Kur'an'ın hükümlerini takdim ediyoruz Çünkü o, hükümlerin en adilidir

Bütün insanlık böyle bir davete muhtaçtır

Meydana gelen her olay, onun gelmesini kolaylaştırıyor ve ona yol hazırlıyor Allah'a hamd olsun, bizler kişisel bütün isteklerden, bireysel tüm menfaatlerden uzak duruyoruz

Allah rızasından başka hiçbir gayemiz yoktur

Bizim gerçekleştirmeye çalıştığımız şey, Allah'ın destek ve yardımını kazanmaktır

Çünkü, O'nun yardımcı olduğu kimseye hiçkimse galip gelemez

İnsanlığın böyle bir davaya muhtaç olması, davamızı güçlü; Allah'ın yardımı ve dostluğu da gayemizi yüce kılan en büyük sebeplerdir

Allah her zaman galiptir; fakat insanların çoğu bunu bilmezler


Gençler!

Gevşemeyin, üzülmeyin

Çünkü siz, sizden önce Yüce Allah'ın davasını bize kadar omuzlarında taşıyan kimselerden daha zayıf ve kuvvetsiz değilsiniz Allah'ın şu ayetini hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın:


"Onlar ki, halk kendilerine: 'İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!' deyince, bu söz onların imanını artırdı da: 'Allah bize yeter O ne güzel vekildir' dediler" (Ali İmran/173)

Nefislerimizi terbiye edeceğiz ki, Müslüman bireyler olalım

Evlerimiz terbiye edeceğiz ki, Müslüman aileler olalım

Toplumumuzu terbiye edeceğiz ki, Müslüman bir toplum olalım ve bu toplumdan İslamî bir hükümet oluşsun

Bizler, belirlediğimiz hedeflerimize, Allah'ın yardımı ve izniyle ulaşıncaya kadar bu yolda yürümeye devam edeceğiz ve yolun sonuna varmaya çalışacağız


"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.. Halbuki kafirler hoşlanmasa da, Allah nurunu tamamlayacaktır" (Tevbe/32)

Bunun için de sarsılmaz bir iman,durmak bilmeyen bir çalışma, sarsılmayan bir güven ve Allah yolunda şehid olduğu günü en mutlu gün bilen ruhlar hazırladık

İşte ancak böyle bir ruh, ümitsizliğin insan nefsinde yaptığı tahribatlar karşısında güven tohumları ekebilir, ümit gülleri açtırabilir ve İslam'ın zaferine insanları inandırabilir


Ey Gençler!
Bir düşüncenin başarılı olabilmesi için o düşünceye sağlam bir şekilde iman etmek, ona karşı sadık ve samimi olmak, onun yolunda coşkuyla, şevkle çalışmak ve uğruna kendini feda edecek kadar gerçekleşmesi için çalışma eğilimine sahip olmak gerekir
Bu dört esas; iman, sadakat, coşku ve çalışma gençlerin sahip oldukları özelliklerdir

Çünkü imanın aslı zeki bir kalp, sadakatin aslı temiz bir gönül, coşkunun aslı güçlü bir bilinç, çalışmanın aslı ise azimdir

Bu özelliklerin hepsi de gençlerde vardır

Bu sebeple tarihte ve şimdi gençler halkların dirilişinin dayanağı, her dirilişin sırrı ve her düşüncenin sancağının taşıyıcısıdırlar
“Onlar gerçekten de Rablerine yürekten inanan gençlerdi; ve biz de kendilerini doğru yolda derin bir bilinç ve duyarlıkla güçlendirdik” (Kehf, 13)
Ümitsizliğe düşmeyiniz İnananların ahlakında ümitsizlik yoktur.Bugünün hakikatleri dünün hayalleriydi

Bugünün hayalleri de yarının hakikatleri olacaktır

Hala vakit vardır

Bütün bozulma ve çürüme görüntülerine rağmen inanan halkların benliklerinde bu unsurlar dipdiri ve sağlamdır
Zayıf hayatı boyunca zayıf kalmaz

Güçlü de gücünü sonsuza dek sürdüremez

Yeryüzündeki zayıflara yardım etmek istiyoruz

Onları yeryüzünün efendileri ve gücün varisleri kılmak istiyoruz

Zaman birçoğunu büyük olaylarla yerinden edecek ve büyük işler yapmak için fırsatlar doğacaktır

Dünya sizin davetinizi beklemektedir

Yaşanan acıları dindirecek barış, kurtuluş ve hidayet çağrınızı beklemektedir

Halklara yol gösterme ve önderlik etme sırası size gelmiştir


“Zira böyle [iyi ve kötü] günleri insanlara sırayla paylaştırırız” (Ali Imran, 140) “Allah’tan onların ümit edemediklerini [alacağınızı] ümit ediyorsunuz” (Nisa, 104)

Şehid Hasan EL Benna

Şehid Halid Islambuli

''Eğer kurşunlar bugün göğsüme saplanmassa, yarın Kur'an' a saplanacaktır.Anneciğim üzülmeyin.Allah bizi bu ameli yapmaya ve kendi yolunda şehidliğe eriştirdi.Size düşen, Kur’an’a tutunmak ve O’nunla amel etmektir...” Onlar Rabblerine iman eden genç yiğitlerdi..." Kehf 13
















Yaklaşık 25 yıl önce dünya Rablerine iman eden genç yiğitlerin, yeni bir kıyam hareketine şahitlik ediyordu. Halid İslambuli ve arkadaşları Mısır'ın çağdaş firavununu bir geçit töreninde yere sererek siyonistlere ve onlara uşaklık edenlere kıyamete dek unutulmayacak bir ders verdiler...

Halid İslambuli, 14 Kasım 1957 yılında Minye vilayetinin Melya kasabasında dünyaya gelmiştir. İlk ve ortaokulu doğum yerinde okuyan Şehid, liseyi Asyut vilayetinde okuduktan sonra harp okuluna girerek, mezun oldu. Sonra topçu teğmen olarak orduda göreve başladı.

O gün hava nisbeten kuru ve güneşli idi... Ekim ayı geçiyordu. Mısır’ın ileri gelenlerinin oturduğu Nasr şehrinin birkaç km. güneyindeki mahallelerde bir kaynama göze çarpıyordu. Askeri kamyonlar geçide hazırlanıyordu... Bu askeri geçit, Mısır’ın 1973 Ramazan ayında her yıl yapılan kutlamalarla ilgiliydi. Mısır Firavunu Sedat da özel makam yerinde oturuyordu...

Sedat, bir süre önce İslami güçlere karşı şiddetli bir şekilde ezmek için mücadele başlatmıştı. Sağında onun veliahdı ve yardımcısı Hüsnü Mübarek, solunda savunma bakanı Ebu Gazale oturmuştu. Amerika büyükelçisi Alfred Aturtoun ve Amerikalı generaller Enver Sedat’ın tam arkasındaki sırada dizilmişlerdi.

Üç gün süreyle emniyet kuvvetleri, bütün silahları ve zırhları bir tek kurşun olmadığına dair emin olmak için teftiş etmişlerdi. Tanklar, kamyonlar ve askeri geçite katılan tüm fertler, Amerika’dan alınmış dedektörler vasıtasıyla kontrolden geçirilmişti. Fakat yine de Halid ve arkadaşları, gerekli silahları tören meydanına sokmayı başardılar. Saat 10 .30’da tank sesleri ve askeri kamyonların geçişi ile askeri geçit töreni başladı. Geçit töreninde, askeri kamyonlardan biri arızalandı, bir süre durdu, fakat tekrar hareket etti ve geçit safları yeniden teşkil edildi. Saat 12.40 olmuştu...

Altı adet Mig uçağı çok alçaktan uçarak akrobatik gösteriler yapıyordu... Herkesin gözü havada uçakları seyrediyordu. Hemen o anda arkasından 130 mm’lik rus yapısı tanksavar topu bulunan bir askeri kamyon, özel makam yerinin karşısında durdu... Diğer şoför ler, bir saat önceki araba gibi bunda da teknik bir arıza olduğunu zannettiler. Halid ve arkadaşları için en iyi fırsat doğmuştu... Ansızın ard arda silah sesleri yükseldi. Kamyonun ardından üç kişi daha Enver Sedat’ın olduğu yeri kurşun yağmuruna tuttular...

Operasyonun başkanı, ileri doğru atlayıp Sedat’ın tarafına doğru koşarak el bombası attı... Bomba Ebu Gazale’nin yanına düştü fakat patlamadı...

İkinci el bombası ise Nebi Hafız’a isabet etti.

Operasyonun başkanı süratle kamyon tarafina döndü ve makinalı tüfeği alarak makam yerini taramaya başladı. Hemen arkasından dört mücahid, Sedat’a koşarak yaklaştılar. Topluluk bir şok halini yaşıyordu. Sedat bir an doğruldu. Bu durum daha iyi hedef olmasına yol açtı...

Mısır emniyet teşkilatındaki adamlar telaşla el ve ayakla sandalyeleri Sedat ve Yardımcısının üstüne atıyorlardı. Hareketin başkanı bir diğer arkadaşıyla beraber 1.5 metrelik özel duvara yaklaşarak korkuya kapılmış Amerikalılara ve uşaklarına tüfeği yöneltip boşaltır. Bu öldürme, Amerika’da eğitim görmüş Sedat’ın korumalarını şoke etmişti.

Emperyalizmin olağanüstü tedbirleri İslambuli ve arkadaşlarına cevap bile veremediler. İdam operasyonunun lideri, üsteğmen Halid İslambuli idi.
Enver Sedat cehenneme gönderilmiş Halid ve arkadaşları tutuklandı. Halid İslambuli ve arkadaşlarının mahkemesi, Mısır tarihinin yüzkarası olacak güldürücü bir tiyatronun sahnelenmesinden başka birşey değildir. Aslında bu tip mahkemeler Mısır Hukukunun yabancı olduğu duruşmalar da değildir. Çünkü Seyyid Kutub’u şehid eden zalimler, Salih Seriyye’yi şehid eden zalimlerden farksızdır. Şükrü Mustafa’nın göstermelik mahkemede yargılanıp şehid edilmesinde olduğu gibi, Halid ve dört yiğit arkadaşı da aynı Firavunların direktifiyle ortaya konan senaryolardan birini yaşadılar ve güya yargılanarak idam cezasına çarptırıldılar.















Aslında bu şehid edilen kutlu insanlar mahkemelerden kendilerini hakkaniyet ölçülerinde yargılamalarını da bekliyor değildiler. Bu şehidlerin ortak olarak söylediği tek söz şudur: “Sizin kanunlarınızı ve hukukunuzu kabul etmiyoruz. Allah’ın hukukunu savunan kıyam erlerini zalimlerin despotik rejimleri yargılayamaz.”

Halid ve arkadaşlarının 11.11.1981 Cumartesi başlayan mahkemesi 117 gün devam edecek, bu zaman zarfinda sadece dört celse yapılarak hü küm ilan edilecektir. Ne Halid ve arkadaşlarına kendilerini savunma imkanı tanınacak, ne mahkemede Halid’in avukatlığını yapmak için hazır olan 35 avukata müvekkillerini savunma imkanı verilecek ne de mahkeme heyeti uygulaması ön görülen görevini yerine getirme imkanı bulabilecektir.

Şehid İslambuli ve arkadaşları mahkemedeki tavırlarıyla zalimlerin kalplerine korku salarken Müslümanlara da bir müminin küfre karşı nasıl mücadele edilmesi, nasıl davranılması gerektiğini pratik olarak ortaya koymuşlardır. Ilk celse halka açık olarak yapıldığında gözler beyaz entarili ve başında beyaz takkesi ile dolgun, uzun boylu, elinde Kur’an-ı Kerim olan gencin üzerine çevriliydi. Adı sorulduğunda Halid Ahmed Şevki el-İslambuli olduğunu söyledi. Kendisini savunacak avukatın mahkemede hazır olup olmadığı sorulduğunda da elindeki Kur’an’ı havaya kaldırarak gür sesi ile; “Allah kendine iman edenlerin savunucusudur.” ayetini okudu.

Bu mahkemelerde Halid’den başka dikkati çeken iki şahıs daha vardı. Bunlardan biri çok az konuşan 1979’da Mısır’daki Cihad hareketi’nin liderliğine getirilen ve cemaatin fakihi olan 27 yaşındaki ziraat mühendisi Abdusselam Ferac, diğeri de yine Cihad’ın önde gelenlerinden ve 81’de hare ketin liderliğine getirilen yarbay rütbeli Abbud ez-Zümer’di. Abbud ez-Zümer celselere askeri elbiselerle devam ediyordu.

Halid mahkemede Sedat’ı niçin öldürdüğü sorulunca verdiği cevapta; Allah’ın hükümleri ile hükmetmediği için O’na karşı savaşın gerekliliğinden hareketle bu eylemi gerçekleştirdiğini ve bunun için de pişman değil aksine çok mutlu olduğunu asrın Firavununu ortadan kaldırmak kendisi ne nasip olduğu için Allah’a hamd ettiğini- açıklayacaktı. Halid, sorgulaması ve mahkemedeki konuşmaları boyunca ‘Allah’ın hukukunu ayak altına alan ve Müslümanlara zulmedenlerin akıbetleri işte Sedat’ın akibeti gibidir’ diyecek ve Müslümanlar var olduğu müddetçe kimsenin İslam’a saldıramayacağını söyleyecekti.

30.11. 1981 günü yapılan ikinci celsenin başlaması ile mahkeme salonuna giren Halid’in annesinin, Halid’in bulunduğu yere yönelerek yüksek sesle; “Sabran ya Mi Yasir inne mevidekum el-cenne” (Sabredin ey Yasir ailesi size cennet vadedildi) diye bağırması Halid ve arkadaşlarının bulunduğu kafeslerden marşların, sloganların yükselmesine neden olurken basın mensupları bu ananın tutum ve tavırları karşısında hayrete düşuyordu.

6 Mart 1982’de mahkeme kararı açıklamak için toplanmıştı. Mahkeme salonunda sessizlik hakimdi. Dr. Ömer Abdurrahman, Yusuf suresini oku yordu. Mahkeme heyeti salona girdiğinde Ömer Abdurrahman, Yusuf Suresinden; “Ey benim hapishane arkadaşım bölük pörçük ilahlar mı yoksa Kahhar ve bir olan Allah mı daha hayırlıdır (ibadete layıktır).” ayetini okudu.

Karar okunurken mahkeme heyeti görülmemiş bir protesto ile karşılaştı. Kafeslerde bulunan Halid ve arkadaşları mahkeme heyetine sırtlarını dönmüş yüksek sesle marşlar ve sloganlar söylüyordu. Sonunda karar açıklandı: 5 idam ve cihad hareketi’nin ileri gelen liderlerinin hemen hemen hepsine ömür boyu hapis.

Sedat’ı öldürme eylemine fiili katılan Halid ve üç arkadaşıyla birlikte cemaatin fakihi ve emin “Farizatü’l-Gaibe” kitabının yazarı Abdusselam Ferac’ın idamına karar verilirken, cihad’ın liderlerinden Abbud ez-Zümer 42 yıla mahkum ediliyordu.

İdama Mahkum Edilenler:

1. Halid Ahmed Şevki el-İslambuli
2. Abdulhamid Abdusselam Abul Ali
3. Ata Tail Hamide
4. Hüseyin Abbas Muhammed
5. Muhammed Abdusselam Ferac Atiye.

İdam hükmünün açıklanmasından sonra salonda sloganlar atılmaya tekbirler getirilmeye başlandı. Kafeslerden şu sesler yükseliyordu:

“Kan içici kasaplara, insanların ruhunu parçalayan zebanilere haber verin... Zalimlerin sonunun geldiğini müjdeleyecek fecir yaklaşmakta.”

“Biz Allah’ın dini için varız O’ndan geldik O’na döndürüleceğiz. Ya Allah’ın dini mecidine tekrar kavuşacağız, yada bu uğurda bizim kanımız akacak.”

İdam hükmünün açıklanmasından sonra Abdulhamid, Ömer Abdurrahman’a; “Allah’ın şehadetle mükafatlandırdığı kimseye ne nasihatte bulunursun?” diye sorunca Ömer Abdurrahman ibadet zikri çoğaltmalarını hatırlattı ve Halid İslambuli’ye dönerek; “Sizden önceki İslami hareket elemanlarının başaramadığını sizler başardınız. Allah Şehadetinizi mübarek eylesin.” dedi.

















Hükmün açıklanmasından sonra kafesteki gençlerden biri sol kolunu parmaklıklara sürterek kanattı. Akan kanlarla elbisesine “El-Cihadu hatta’l mevt” (ölene kadar cihad) sözlerini yazdı. Kafestekiler hep birlikte bu sözü haykırdılar ve salon terkedildi.

Cihad’ın Güney Said bölgesi liderlerinden ömür boyu hapse mahkum edilen Kerem Zuhdi arkadaşlarına hitaben şu konuşmayı yaptı:

“Bizler, Filistin haçlılar tarafindan düşürüldüğünde Yahudilerin sokaklara çıkarak ‘Muhammed öldü, erkek evlat bırakmadı!’ diye bağırmalarını hiç unutmadık! Fakat işte biz, Muhammed’in gençliği olarak ilan ediyoruz ki; Muhammed (sav) her beşer gibi öldü. Çünkü ölüm her beşerin üzerine haktır. Ama arkasından öyle erkekler bıraktı ki bunlardan birisi Ortadoğu’da Yahudilerin en büyük uşağı olan Sedat’ı cehenneme yolladı.”

Koluna girip kendisini arabaya doğru götürmekte olan askerlerin ağladığını gören Halid onlara; “Cihadımızı bizden sonraki nesillere aktarın” dedi. Ve mücahidler, üzerlerine düşeni yerine getirmiş olmanın huzur ve vakarıyla mahkeme salonundan ayrıldılar. Halid Ahmed Şevki İslambuli annesine yazdığı son mektupta kendisinin şehid olduğunu, bunun için üzülmemesi gerektiğini hatırlattı. Eylemleri nedeniyle ailesinin maruz kaldığı işkencelerden ve baskılardan dolayı kendisini affetmelerini istedi.

Ve nihayet, 82’nin 16 Nisan’ında İslambuli ve dört arkadaşları devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in emriyle idam edildiler. İslambuli ve arkadaşlarını savunmak için müracaat eden çeşitli görüşlere mensup 35 avukat ortak bildirilerinde şunu söylediler: “Mısır’da istikbal işte burada yargılanan insanların bağlı bulunduğu hareketin olacaktır.”























Halid, şehadetinden önce, son söz olarak şunu söylüyordu:

“Dünya duysun artık, Müslümanlar geliyor!”

Şehid Abdülmetin

Tahtın, şehidlerin tahtıdır inşaallah Metinim. Abdülmetin, canım kardeşim, hoş müslüman, cihad eri müslüman. Yürüyen, yaşayan şehidim, Abdülmetinim. Abdülmetin kardeşimizi Boşnak müslümanların arasında tanıdım. Bedenen zayıftı ama, kale gibi cesareti ve yüreği vardı. Yüreğini koymuştu Allah yoluna. Bedenini koymuştu bu davaya. O da, Abdullah Azzam gibi, bu davanın kansız, cansız ve sakat insan olmadan, hakim olamayacağına inanıyordu. Sabırtaşı Abdülmetin. Takvayı bir insan üzerinde, ancak bu kadar görebilirdik.

Buraya Almanya’dan gelmişti. Evli ve iki çocuk babası idi. Tam bir mücadele adamıydı. Allah’a Ve Rasulüne imanını, hiç bir şey sökemezdi O’ndan. Bize sohbet eder, bizi şehadete hazırlardı. O, bir örnekti bize.

Abdülmetin kardeşimle, yaklaşık 3 hafta beraber olabildik. Son hafta operasyona giderken, bir taraftan O’nu kırmamaya çalışıyor bir taraftan da “Gitme Abdülmetin Abi, sen gidersen, kim bize tercümanlık yapar?” diyorduk. Ama O, Sivas lehçesiyle “Gideyum arkadaşım” diyordu. Benim O’na tek verdiğim şey, küçük bel çantasıydı. Abdülmetinimle beraber toprağa giren bel çantası. O, arabaya binip yola çıkacağı sırada, benim gözlerim doldu. Şöyle düşünüyordum “Allah, bu yürüyen şehidi, bizim aramızdan almaz. Buna bizim ihtiyacımız var” Ama O, gidiyordu. Yüreğim de O’nunla beraber gitti.

O şehid oldu, inşaallah benim yüreğim de. Gittiği günden 7 gün sonra haberini alabildik. Operasyon biteli, 4 gün olmuştu. Herkes benden Abdülmetin’i soruyordu. Bense ne yapacağımı şaşırmıştım. Yüreğim, bir yanardağ gibi yanıyordu. Allah O’nu bana böyle sevdirmişti. Abdülmetin’in katıldığı operasyondan, müslümanlar zaferle çıkmışlardı. Elbetteki zafer, er ya da geç müslümanların olacak. Allah’ın vadi gerçekleşmişti. Allah meleklerini mücahidlere yardıma gönderiyordu. Bir mücahid rüyasında peygamberimizi görür. Peygamberimiz “Bosna’daki cihad hakktır, ben oradaki mücahidlerden memnunum” der. Böyle bir zamanda, Abdülmetin’i de kazandık. O’nu da inşaallah, cennetliklerin safında göreceğiz.

Hakk yolunda kan akıtan Metinim, şehadetin mübarek olsun.

Abdülmetin, şehadetinin dördüncü gününde bulunabildi. O’nu bulan mücahid, bizlere şunları anlattı: Vurulduğu yerle, bulunduğu yer arasında, en az 30 m. vardı. Dik bir tepedeki Sırplar’a hucum ettiğimiz anda vurulmuştu. Üzerine baktığımızda, Sırplara ancak 13-14 mermisini atabildiğini, kullanabildiği görmüştük. Abdülmetin’in şehadeti, tam kendi istediği gibi gerçekleşmişti. İki kaşının tam ortasından vurularak en sevgiliye kavuşmuştu. O operasyona giderken dilindeki marşı O’nu daha güzel anlatıyordu. Abdülmetin’i tanımayan yoktu. Herkes O’nu çok iyi tanıyordu. O’nun dilinden düşürmediği marşını da:

Şehid tahtında rabbe gülümser.
Ah binlerce canım olsaydı der
Şehid tahtında rabbe gülümser
Canım bedeli bir sofrada yer.


diye devam eden marşı. Ve Mekke ilahisini de. Tüm mücahidler bu marşı ezberlemişti. Kimi Türkçesini, kimi Arapçasını, kimi Boşnakçasını. Abdülmetin, tüm mücahidlerin kalbine taht kurmuştu.

Şehadet senin olmayacaktı da kimin olacaktı Metinim?
Allah, şehadetinle, onlarca kişiye hidayeti vesile etti.
Senin yolun kutlu yol. Bu yol hakk yol.
Abdülmetinim seni de kazandık.
Allah şehadetini kabul eylesin.
Seni Firdevsi âlâ’da göreceğiz inşaallah.
Selam sana ve senin yolunu sürdürenlere.

8 Mart 2010 Pazartesi

Şehid Erdoğan Tuna

Şehadet Yeri : Edirne
Şehadet Tarihi : 26 Aralık 1977, Pazartesi


1956 Yılında Gümüşhane’nin Şiran Kazası Telme Köyü’nde dünyaya gelen Erdoğan Tuna 1978’li yıllarda “Bu bozuk düzenin kahredici illetleri dururken, müslümanın gülmeğe vakti asla olamaz.” diyerek ifadelendirdiği; bozuk düzenle olan mücadele azmini, daha küçük yıllarda yakalamıştı.

Gümüşhane Selam Temsilciliği’nden arkadaşlarımızın yaptığı görüşmede; Şehidimizin Muhterem Babası Hasan Tuna; şehid oğlunun daha ilkokul yıllarında bile, ibadetlerini aksatmadığını, günlük işlerde çok gayretli ve becerikli olduğunu ifade ediyordu. Şehidimiz kendi isteği doğrultusunda Gümüşhane İmam Hatip Okulu’na kaydolur. Orta kısım 1. sınıftayken, girdiği bölge yatılı imtihanını başarıyla kazanarak, Trabzon İmam Hatip Okulu’na geçer. Muhterem babası zaman zaman Trabzon’a oğlunu ziyarete gider. Bu ziyaretlerinde dikkatini çeken şey; oğlunun sürekli olarak ve çok okumasıdır. Çocukluk yıllarındaki arkadaşı ve şu anda da köylerinin İmam Hatip’liğini yapan Zarif Hoca, şehidimiz Erdoğan Tuna hakkında “Erdoğan çocukluk yıllarında çok gayretli, cesaretli, ibadetlerini hiç aksatmayan, tatil dönemlerinde köyüne geldiğinde tebliğ faaliyetlerinde bulunan ve çok kitap okuyan bir genç” olduğunu, buruk bir hatıra olarak anlatıyordu.

Erdoğan Tuna’nın doğup büyüdüğü evini ziyaret eden arkadaşlarımıza, babası Erdoğan’ına olan sevgisinden odasını, eşyalarının yerlerini ve kütüphanesini dahi değiştirmediğini söylüyor. Kütüphanesinde o yıllardaki yayınlanmış olan, tercüme ve telif, İslamcı Gençliğin okuması gereken tüm kitapların bulunması gözlerinden kaçmaz. Trabzon İmam-Hatip Lise’sini bitiren Erdoğan Tekirdağ’ da İmam Hatipliğe başlayarak düşüncelerini hayata aktarma ameliyesinden asla geri durmaz. Bir akrabası; imamlık yaptığı dönemlerde kendisine yazdığı mektuplarda sürekli olarak “Söylemlerden çok, canını ortaya koymak gerekliliğini; Allah yolunda canların feda edilerek, toprağa dökülen kanlarımızla bu dava yükselecek” diye yazdığını ağlayarak anlatıyordu.

İmam-Hatiplik yaparken girdiği üniversite sınavında, Edirne’de bir fakülteyi kazanır. İmamlık tayinini de Edirne’ye yaptırarak, bir taraftan imamlık yapar, diğer taraftan da fakülteye devam eder. Erdoğan mizacı gereği fakültede de İslami faaliyetlerden geri durmaz. Kısa zamanda çalışmaları meyvalarını vermeye başlar. Rejimin yandaşı olan, o dönemin kavmiyetçileri, Erdoğan Tuna’nın bu İslamcı çalışmasından rahatsızlık duyarlar. Erdoğan’ı susturmak için önce tehditler savururlar. Erdoğan bu tür kuru tehditlere aldırış etmeden, doğru bildiği yolda çalışmaktan geri durmaz. Kavmiyetçiler Erdoğan Tuna’nın İslamcı kişiliğinden artık iyice bîzar olmuşlardır. Erdoğan’a yaptıkları her türlü tehdidin, bir faydası olmadığını anlayınca; O’nun fani vucudunu ortadan kaldırmaya karar verirler. 26 Aralık 1977 günü, Elli Altmış kişilik bir grup ile, Erdoğan’ın yalnızlığını da fırsat bilerek, grup halinde saldırırlar. Erdoğan ne kadar dirense ve boğuşsa da, karşısındakiler kahpeliklerini icra ederek, Erdoğan’ı on dört yerinden bıçaklarlar. Hastahaneye kaldırılan Erdoğan, çevre illerden ve kazalardan kan aranmasına rağmen, kan zamanında bulunamaz ve kan kaybından hastahanede şehid olur.

Erdoğan Tuna’nın yaralanma haberi; bize, İstanbul Tepebaşı Gazinosu’nda bir program esnasında ulaştı. Fatih Akıncıları olarak, katıldığımız toplantıda hoparlörlerden “Edirne’de ırkçılar tarafından bıçakla yaralanan bir kardeşimiz için, A gurubu Rh Pozitif kana ihtiyaç var. Kan gurubu tutan arkadaşlarımız, lütfen isimlerini kuliste görevli arkadaşımıza yazdırsınlar.” diye bir anons yapıldı. O an beraber olduğumuz Reisimiz Metin Yüksel’e “Benim kan gurubum tutuyor.” dedim. Metin “Hemen git ismini yazdır. Gerekirse beraber Edirne’ye gideriz.” dedi. Anonstan yaklaşık 15 dakika, sonra da “Yaralı arkadaşımız şehadete erdi.” diye bir anons yapıldı

Şehid Bülent Tuna

1970 Eskişehir doğumlu olan Bülent Tuna Bosna cihadına 1993 yılında katıldı. Savaş bitince Türkiye'ye döndü. Çeçenistan'da cihad eden arkadaşlarına uzunca bir süre maddi destek sağladı. Bosna ve Çeçenistan'daki mücahidler O'na "Abdullah Hoca" olarak hitab ederlerdi. Çok sevdiği arkadaşı Murat konukçu şehid olunca imamlıktan istifa edip, eşini Allah'a emanet ederek Çeçenistan'a doğru yola koyuldu. İlk olarak 2000 yılında Gürcistan'a gitti. 3 ay burada bekledikten sonra Çeçenistan'a giremeyince Türkiye'ye geri döndü.

2001 yılının başlarında terar Gürcistan'a giden Bülent Tuna burada bulunduğu süre içerisinde ilme bir hayli önem verdi. Hafızlığını kuvvetlendirdi. Gece namazlarını ve nafile oruçlarını hiç ihmal etmezdi. Bulunduğu yerdeki mücahid kardeşlerine sık sık marşlar söylerdi.

2001 yılının Temmuz ayında Çeçenistan'a girmek için 70 kişilik bir gurupla yola koyuldular. Fakat yolda binlerce Rus askeri tarafından kurulan bir pusuya düştüler. Bu çatışmada toplam 5 mücahid şehid olurken bunların biri Bülent Tuna kardeşimizdi.

Rabbimiz Şehadetini kabul etsin ve kendisini Firdevs cennetlerine varis kılsın.