8 Mart 2010 Pazartesi

Şehid Ali Pınarbaşı

Şehadet Yeri : Bosna
Şehadet Tarihi : 01 Haziran 1993

Mücahid kardeşimiz Ali Pınarbaşı’nın şehadet haberi üzerine K.Maraş’lı müslümanlar, 19 Haziran 1993 Cumartesi günü, Ulu Camii’de ikindi namazını müteakip, gıyabî cenaze namazını kıldılar. Kalabalık bir katılımla kılınan cenaze namazından sonra, şehidimizin babası Hüseyin Pınarbaşı kısa ve anlamlı bir konuşma yaptı. “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz, hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlamazsınız.” ayeti kerimesini okuyarak, şehadetin önemine değinmiştir. Bu manzaradan çok duygulanan kalabalık, çeşitli sloganlar atarak sessizce dağılmışlardır. Daha sonra gruplar halinde, şehid ailesini tebrik etmişlerdir.
Adı: Ali Pınarbaşı
Baba Adı: Hüseyin
Ana Adı: Hüsne
Doğum Tarihi: K.Maraş 1971
K. Maraş’ın Türkoğlu İlçesi’nin Yeşilyöre Kasabası’nda dünyaya gelen şehid kardeşimiz Ali Pınarbaşı, ilk öğrenimini babasının müezzinlik yaptığı Türkoğlu ilçesi’nde tamamladı. İmam Hatip Lisesi’ni tercih eden kardeşimiz, 1989 yılında K.Maraş İmam Hatip lisesi’ni bitirdi ve aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. İlahiyat Fakültesi 3. sınıfta iken, Bosnalı Müslümanların uğradığı zulme dayanamayarak, cihada fiilen katılmaya karar verdi. On ay kadar Bosna’da Sırp ve Hırvat zulmüne karşı, kardeşlerinin yanında, omuz omuza mücadele veren kardeşimizin özlediği gerçek hayata hicret ettiği muştusu geldi.

Şimdi şehid kardeşimizin babası Hüseyin Amca’yla yapılan kısa söyleşiyi sunuyoruz:

Hüseyin Amca, bize oğlunuzla ilgili, müslümanları ilgilendiren bir hatıranızı anlatır mısınız?

Oğlum, daha altı yaşındayken, Kur’an okumayı ve araştırmayı çok severdi. Yeni harflerle okumayı öğrendikten bu yana ise, her türlü, dergi ve gazeteyi okur, tahlil ederdi. Öğrendiği doğruları başkalarıyla paylaşır ve kendisi de uygulamaya çalışırdı. Başkalarının etkisinde kalmaz, kendisini ilgilendiren konularda, kendisi kara verirdi. İlkokuldan sonra, yatılı okulların sınavına katıldı. Türkiye genelinde 55. sırayı almış fakat O, İmam Hatip Lisesi’ni tercih etmişti.

Boş zamanlarını okuyarak ve düşünerek geçirirdi. Çok yere sabaha kadar oturup, namazı kıldıktan sonra yattığına şahit olmuşumdur. İslami gururunu ön planda tutardı. O’nun en büyük arzularından biri, içinde yaşadığı toplumun alt yapısının oluşmasıydı. O’nun için kendisinden küçüklerle ve kendi çağındaki gençlerle düşüp-kalkar, onlara öncelikle islamı anlatırdı. Yakınlarıyla ve büyükleriyle konuşurken de, tağuti sistemlere karşı alınması gereken önlemlerden bahseder, insanların duyarsızlığından şikayet ederdi. Kur’an ve sünnetten kaynak getirmeden konuşmamaya dikkat ederdi.

İslami tebliğde, Hz. Peygamber (sav)’in metodunun uygulanmasını savunurdu. Toplumu Hakk’tan Bâtıl’a düşmüş bir toplum olarak değerlendirir, günümüz imkânlarından yararlanarak, cahiliyye şartlarına uygun tebliğ metodunun uygulanmasını isterdi.


Oğlunuz Bosna’ya gitmeden önce size sordu mu? Kararı nasıl karşıladınız?

Daha önce belirttiğim gibi O, kendisini ilgilendiren işlerde, kendisi karar verirdi. Bunda da öyle oldu. Kendisi Bosna’ya gitmeye karar vermiş, bize de ipuçları vererek meseleyi anlatmaya çalıştı. Bize “Bosna’lı çocuklardan kaç tane alıp beslemeyi istersiniz?” diyordu. Türkiye’nin ve diğer müslüman ülkelerin Bosna Hersek’e karşı duyarsızlığından, oradaki müslümanların ‘Hristiyan Birliği’ demek olan BM’in insafına terkedilmiş olmasından şikayet ediyordu. Bu sebeple karar benim için süpriz olmadı. Hep hakkında hayırlı olması için dua ettim.

Oğlunuz Bosna’ya gittikten sonra O’nunla hiç haberleştiniz mi?

10 Eylül 1992’de Bosna Hersek’in Travnik kentinde mücahidlere katıldığı, arzu ettiği cihada fiilen katıldığı haberini aldık. Cevabi mektubumda; depreşen bir baba şevkat ve merhametiyle “Oğlum Sırplar zaten kafir, bu bir gerçek, sen oraya gitmeyi tercih ettin. Oysa bu toplumda da kurtarılmaya muhtaç. Buradaki müstekbirler ve iş birlikçileri ne olacak? Sen önce bunlarla mücadele etseydin daha iyi olurdu” şeklinde yazdım. Bu mektubumun O’na ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Ancak şimdi anladım ki, hem bana hem de tüm insanlığa gerçek nasihatı o yapıyordu. Bir mektubunda; “Fitneden eser kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın...” Ayet-i Kerimesi’yle bizleri uyarmıştı.

Şehadet haberini nasıl aldınız? Tavrınız ne oldu?

Şehadet haberi İstanbul ve Konya’daki, Bosna Cihadı’yla ilgilenen islami kuruluşlar tarafından, önce çağırarak, münasib bir dille söylendi. Zaten böyle bir habere ruhen hazırlıklıydım. “İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun” diyerek kendimi ve ali efradımı teselli etmeye çalıştım. Zaten, Allah razı olsun, müslümanlar bizi hiç boş bırakmadılar. Ölüm haberi sevince dönüştü. Şehadet muştusu, bir şehid babası olmak, beni çok sevindirdi. Görüştüğümüz; görevi imamlık olan ağabeyi ise kardeşinin kendisine “İnsanlara doğruları anlatmasını, hakk’ı gizlerse Bel’am olacağını ve mahşerde kendisini çetin bir azabın bekleyeceğini” sürekli olarak ikaz ettiğini söylüyordu.

Son olarak bir şehid babası sıfatıyla bize mesajınız nedir?

Önce mesajım kendime: Rabbim şehidlik rütbesini bana da nasib et. Bütün müslümanlar için de duam budur. Babalar! Şefkat ve merhametiniz, İslam davasının önünde bir engel olmasın. Biliniz ki, bizi yaratan rabbimizin merhameti, daha büyüktür. Her şeyi kuşatmıştır. Biliniz ki bu dava, şehidlerin kanlarıyla yükselecektir. Malını ve canını verecek insanlar çoğalmadıkça, zulum sona ermez. Rabbim bütün müslümanlara şehadet şuuru nasib etsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder